Türkiye'nin dilbilim platformu. • Dilimizin Sınırı, Dünyamızın Sınırı! •

Farsça Şekerdir Ama Yemesini Bilene!

Günümüz Türkiye’sinde ortalama her üç kişiden ikisi, hobi olarak Farsça öğrenme eğilimine sahip. Elbette herkesin kendince bir takım sebepleri olduğu aşikar. Peki niçin öğrenmek istedikleri sorulunca, edebiyatla ilgilenenler “Sadık Hidayet’i kendi dilinde okumak istiyorum’’ derken kimisi de İran sinemasına duyduğu hayranlık sebebiyle (bkz. Abbas Kiyarüstemi), izlediğini anlamak peşinde. Çılgın adam Muhsin Nâmcû’nun da Farsça öğrenme hevesleri üzerinde ciddi bir etkisi olduğunu düşünüyorum (bkz. Ey Sârebân). Yalnız son zamanlarda tüm bunlara ilaveten, başrollerini o güzel kadın Terâne Alidustî ile herkesin defalarca izleyip benim hiç izlemediğim Hz. Yusuf dizisinden Mustafa Zamânî’nin paylaştığı Şehrâzâd dizisinin etkisi, çok daha fazla gibi görünüyor. Bu isimleri ve dizileri çoğaltmak tabii ki de mümkün. Sizler edebiyat, müzik ve sinema üçgeninde aklınıza başka kim geliyorsa onları da ekleyebilirsiniz. 


Bunların haricinde bir de Farsça’yı bazı akademik kaygılar yahut gereklilikler sebebiyle öğrenmek isteyen bir grup var. Bu kesim, bu dille bir hobi olarak uğraşmanın yanında, bilimsel çalışmalarında ihtiyaç duyduğu kaynaklara erişip bunlardan elde ettiği bilgilerle bir sentez oluştururken problem yaşamak istemiyor. Nitekim bu kaynakların birçoğu, ya çevrilmemiş oluyor ya da çevrilse dahi birincil kaynağa ulaşmanın önemini bilenler, eserlerle bizzat kendilerinin temas etmesini istiyor. Ben bu iki grup arasında asla bir hiyerarşi görmüyorum. Her iki grubun geçirdiği süreç kendince kıymetli ve değerlidir. Neticede herkes kendi ihtiyacı ölçüsünde bir şekilde öğrenip yoluna bakmak istiyor. 


Benim en tehlikeli (!) gördüğüm kişiler, bir vakit benim de aralarında olduğum, öncesinde Arapça ile uğraşıp bir de yanına çerez olarak Farsça’yı ekleyebileceklerini düşünenlerdir. Her iki dildeki ortak kelime ve alfabe benzerliği, onları bu yanılsamaya itmektedir. Alfabe ve dil farkına değinmeyeceğim tabii fakat şu kelimeler yok mu şu kelimeler; yersiz yurtsuz olasıca kelimeler… Bağlamından koparılmış bu kimliksiz kelimeler, bizleri yanıltmaktan başka bir işe yaramıyor maalesef. Her iki dilde ortak gibi görünüp çok farklı bağlamlarda çok farklı anlamlarda kullanıldıklarından, ortaklıkları yalnızca sesletim düzeyinde kalmakta ve ötesine geçememektedir. İranlı dilbilimci Muhammed Rıza Bâtınî, bir konuşmasında tam da bu meseleyi örneklerken Arapça’daki مدفوع (medfûˁ) kelimesini kullanır. Mısır’daki bir bankaya tahsil etmek üzere götürdüğünüz bir çeke işlem sonrası vurulan mühürde bu kelime yazılıdır. Yani ödendi, tahsil edildi anlamına gelir. İran’da ise bu kelime dışkı anlamında kullanılmaktadır. Mesele yalnızca bu tekil örnekle sınırlı kalmayıp uzasa da bu bahsi şimdilik burada kapatabiliriz. 


Bu grupların eğilimlerini incelemeden önce şu konuya da dikkat çekmek gerekli gibi duruyor. Bence dünya üzerinde hammaddesi ses olan hiçbir dilin, bir diğer dil karşısında üstünlük iddiası çok garip. Bizler, kişisel zevk ölçütlerimizden yahut yaygın kanaatlerimizden ötürü bazı dilleri daha güzel, fonetik, akıcı yahut kaba görebiliriz ve görmeliyiz de fakat akciğerlerimizden gelen havanın titreşmesi sonucu meydana gelen ses dalgaları, sanırım bizimle aynı şeyi düşünmüyor. Farsça üzerinden yapılan ve herkesin bildiği klişeleri artık bir kenara bırakıp bunların daha da bayağı olmasını önlemek hepimizin görevi. Bir amme hizmeti olarak ben başlattım gitti. 


Peki bu dili öğrenmek isteyenler neler yapıyor? Bu kulvara girenler, yola evvela internet üzerinden ulaşabildikleri dersleri ve kitapları araştırarak başlıyor. Bazı kimseler ise yüz yüze yahut birebir ders almak isteyebiliyor. Ardından edindiği kaynakları biraz tüketmeye başlayınca aslında pek de öğrenmek istemediğini fark edip bir süre sonra bırakıyor. Onun için bir Farsça öğrencisi olmak, o ilk baştaki Farsça sevicisi olmaktan daha sıkıcı bir hal almıştır çünkü. Ayıp değil ya, o da artık yoluna yalnızca bir sevici olarak devam edebilir. Hatta belki de bu özelliği bile yıpranmış olabilir. Her neyse, kimse öğrenmek zorunda değil ya. 


Bu aşamayı geçip bir şekilde kaynakları tüketmeye devam edenler ise bir süre sonra niçin bu yola girdiklerini unutup zaman zaman “İyi güzel hoş da ben niçin bunlarla ilgileniyorum’’ demeye başlıyor. İşte tam da burada klişe olmasına rağmen işe yarar bir soruyla başlamak lazım belki de; Farsça’yı niçin öğrenmemeliyiz?


Her şeyden önce Farsça zordur (!) bir kere, Farsça gariptir, Farsça Farsçadır işte, bilirsiniz. Bu dille ticaret yapmak, bir kurumda işe girmek, bu dilde üretilmiş materyalleri keyfi yahut bir amaç doğrultusunda tüketmek, yeni insanlarla tanışmak vb. sebeplerimiz yoksa kıymetli vaktimizi başka şeyler öğrenerek harcayabiliriz. Ama yok, ben bahsedilen amaçlardan birine sahibim diyorsak da dil öğrenme sürecinin bir çırpıda olup bitmeyeceğini, kısa bir süreç dahilinde meyve vermeyip ancak defalarca deneme yanılma neticesinde işe yarar bir sonuç elde edebileceğimizi sanırım söylemeye gerek yok.

 

İlker Canikligil’in tabiriyle; peki hocam ne yapalım?


Önce dile karşı bakışımızı biraz değiştirelim. Dil denilen bu koca sistemin çarkları, hiç kimsenin tekelinde olmadan dönmeye devam ediyor daima. Bir kitap ya da bir hoca, bize dile dair ezberlediği ya da gördüğü şeyleri dikte ederken dil tam aksi yönde eğilimler gösterebiliyor. Bu sebeple hiç kimse bir dilin sahibi yahut sözcüsü değildir. Dili en iyi bilen yoktur, dile en çok zaman ayıran vardır. Olup biteni anlamaktan ziyade, işi olmuş bitirmişe getiren kitapları yahut eğitmenleri kutsal görmeyi bir kenara bırakalım artık. Elimizdeki dilbilgisi kitapları ya da izlediğimiz videolar elbette bizlere yardım edecektir fakat hiç birisi nihai sözü söyleme yetkinliğinde değildir. 


Lafı dönüp dolaştırıp istediğim yere getirdiysem, artık naçizane birkaç pratik örnek verebilirim. Evvela gramer/dilbilgisi denilince aklı çıkanlar, artık bu şımarıklığı bırakmalıdır. Gramer kelimesinin (gösteren) zihnimizde canlandırdığı şey (gösterilen), önceki kötü tecrübelerimizden kaynaklı olarak pek de sevimli olmayabilir ama hani oyunu kurallarına göre oynayacaktık? Bu kadar da çabuk havlu atmamız cidden şaşırtıcı.

 

Dilin nasıl işleyip işlemediğini anlamamıza yarayan, bizi her defasında bir başkasına muhtaç olmaktan kurtaran ve dil bağımsızlığımızı sağlayan yeterli bir dilbilgisi edinimi, her şeyin başında gelmektedir. Bunun bize nasıl sunulduğu ya da bizim bunu nasıl öğrenebileceğimiz problemi ise başlı başına bir konu. Bizim, öğrenim tarzımıza hitap eden ve en verimli yoldan bu dilin nasıl çalıştığına dair temel yapı taşlarını aktaran materyallere erişmemiz gerekli. Bu konuya ilişkin materyalleri bir araya toplayan Persian Language Archive isimli bir oluşum, Instagram ve Youtube’daki tüm içerikleri bir araya toplamaya çalışmış. Bu iki mecrada takip edip abone oldukları hesapları inceleyip bize uygun olan bir tanesiyle yola başlamak gerekli. Ayrıca Telegram kanallarındaki konulara göre tasnif edilmiş kitaplar, öğrenim sürecimizde bol bol yapacağımız okumalar için büyük bir fırsat. 


Dilbilgisi için kendimize uygun şartları sağlayan yazılı/görsel materyali edindikten sonra, artık bu işi ciddiye almalı ve mutlaka okuma yapmalıyız. Bu okumaların ilgi duyduğumuz alanlarda olması bizi teşvik etmesi açısından önemlidir. Okuma esnasında bilmediğimiz kelimeleri araştıracağımız siteler de önemlidir ama kelimeleri bağlamından koparıp bir listeye yazıp ezberlemek kendimize yapacağımız en büyük kötülük olabilir. Bu sebeple eğer ki bir kelime tablosu yapmak istiyorsak, bu örnekteki gibi şey hazırlayabiliriz. Kelimeleri mutlaka bağlamları içerisinde öğrenmemiz, bizi o dilde daha yetkin bir hale getirecektir. 


Buraya kadar söylenenler aslında her ne kadar metin tabanlı bir eğitimi esas alsa da konuşma dediğimiz olgu da, dilin yapısını bilmeden pek sağlık olmayıp tam tersi papağan gibi hiçbir zaman istediğimiz cümleleri kuramadığımız ve yalnızca duyduklarımızı tekrar edeceğimiz bir hal alabilir. Konuşma becerisi biraz daha farklı pratikler gerektiren bir durum olduğundan onu biraz ayrı tutup başka bir konuda değinelim.


Açıkçası meselenin özü bence bu kadar basit. Dil içerisindeki yapıları keşfetmek ve sindirmek ne kadar okuma yaptığımızla doğrudan orantılı. Artık materyal eksiğimiz de olmadığına göre, bir yerden başlayıp gerekli zamanı ayırarak birazcık düşünme zahmetine katlanmamız gerekli. Eğer ki bahsettiğim dilbilgisi -umarım artık duyunca aklımız çıkmıyordur- meselesini önemsemezsek, daima birilerinin kapısını çalmak zorunda kalacağımızı unutmayalım. Benim kapım daima açık, çalmadan girebilirsiniz.

Bir Cevap Yazın